22 Aralık 2009 Salı

Yazdın çizdin aman aman aman
İncecik izdin aman aman aman
Sıraya dizdin bizi zaman
Sıraya dizdin bizi zaman

Hep kaçıp yeni bir adım atarken
Dibine kadar çileye batıp çıkarken
İçine atıp atıp yoluna basıp giderken
Su gibi akıp geçer zaman

15 Aralık 2009 Salı

n yazuk



ne yazık demiştin sevgi yok, hiç gözlerinde. 
yıldızların altında, 
boş ver demiştin konuşma, Galata'da rıhtımda . 
ne yazık, demiştin sevgi yok, hiç gözlerinde 
yıldızların altında, 
sırılsıklamdık yağmurda, Galata'da rıhtımda..


özledim..
dedim ki şu an bile inanırım,
hayatımda çok büyük bir değerin olacak.
ama
ayrıştıramadığın formların için
pişmanlık duyacaksın.


belki:


seni seviyordum.

3 Aralık 2009 Perşembe

marianne

attila ilhan'ın ilk şiir kitabı duvar'dan bir şiir. "şafak vakti dünya" bölümünden.


sahiden fevkalade bir ahval yaşıyor

yıldızların en mükemmel senfonisi içinde

kanatları rüzgâra vurgun yel değirmenleri

hollanda çocuk dergilerinden tanıdığım memleket

ölüm çiseliyor sinsi bir yağmur gibi

ağlamak sırası sana gelmiş akıbet

alışmadığın şarkılar delirmiş havalarda

put kesilmiş sıra sıra değirmenlerin

miğferli gölgeler belirmiş duvarlarda

oy döne'm ne sen sor ne de ben söyleyeyim

anlaşmak için gözlerimiz kifayet eder

hollanda düşmüş belçika tarumar olmuş

kafileler yollar boyunca kafileler

ben bir kuş hatırlarım mavi kanatlı bir kuş

yelken açmış bir gemi ateş rengi laleler

bahar bayram sevinci saadet insanlar için

hayır gece bir bombardıman yaşadık

saadet bizden ırak bahar perişan

nasıl döne'm kanamasın söyle yüreğim


sahiden fevkalade bir ahval içindedir

ruhlarında en büyük yangınlar tutuşan

belçika'lı hollanda'lı insan kardeşlerim


büyük alnını eğmiş böyle düşünmemelisin

ne kadar ümitler kararsa marianne

en yiğitçesine ölüm dövüşerek ölmektir

gözlerinde tebessüm avuçlarında kan

rüzgâr gibi esip şimşek gibi çakarak

fransa vatan hürriyet demektir

ölenlere ölenlere bak

bak kalbime yanıyor yanıyor ıstıraptan

polonya terk edilmiş norveç işgal altında

belçika'nın üzerinde şimdi uçaklar

çok geçmeden burada olacaklar

büyük alnını eğmiş böyle düşünmemelisin

yakışmıyor marianne sana bu yakışmıyor

yanardağlar fışkırsın gayrı yüreğinden

saplansın kılıç gibi haykır düşmana sen


hani nasıl başlıyordu o ihtilal şarkısı

söyle erganunlar uğuldasın derinden

koroların harikulade dalgalanışı

ve bir bayrak gibi önde giden kahramanlar

marseillaise çağlasın çağlayan gibi

haydi marianne haydi vatan çocukları

yürüyelim hürriyet aziz hürriyet

yeter artık yeter kahretme beni

bilirim hayal bunlar hayal marianne

ağlamak mı terk edilmiş çocuklar gibi

ağlamak mı yürekten yaşın yaşın kana kana

ağlamak mı hayır aklımdan bile geçmez

ağlama döne'm ağlamaya alışmadık

ağlama gün yüzlüm çehrelim

hürriyet keskin etsin kılıçlarımızı

haydi kalkın kalkın vatan çocukları

efendiler yürümezse biz yürüyelim


sevgilim şu orman argonne ormanı

verdun kalesidir gördüğün kale

büyüdükçe büyür dünya yangını

neyleyim tutuştu bir yol meşale

düşmüşüz hürriyet diyerek yola

hani düldül nerde bizim zülfikar

hilafsız her gece bir güne çıkar

her ümit parlak bir güneştir inan

çıksın karşımıza zalim ordular

ölelim yaşamak için marianne


bahar gelmiş mevcudat * sevda ile sarhoş

ağaçlara kan yürümüş su yerine bu mevsim

yapraklar ürperiyor savaş ferman dinlemez

dağ başlarında bırakılmış münzevi * ölüler

yumrukları sıkılmış yüzleri mütebessim

yağmurlar yıkamış yağmurlar saçlarını

daha neler görecek zavallı gözlerimizi

işte yaklaşıyor yine ayak sesleri

harabeler tütüyor her geçtikleri yerden

delik deşik edilmiş hürriyet arzuları

uzaktan çok uzaktan bir ses duyuyor musun

bir trampet sonra sükûn havalar dolusu

ve nihayet bir çığlık bir çığlık ötelerden


bir lahzada çanlar gibi yıldızlar çalıyor

doldurmuş gök kubbeyi bir rüzgâr uğultusu

siyah kartallar gibi uçaklar alçalıyor

kalbi mi delinmiş alsace'lı şu askerin

kan fıskiyeleri fışkırıyor yüzüme

kuyruklu yıldızlar mı şu civara düşenler

karanlığın koynundan cayır cayır yanarak

nedir bu boşanması mı cehennemlerin

bir kıvılcım bir kıvılcım sıçramış gözüme

çan sesleri açılıyor havada yaprak yaprak

dağların arkasında devler mi kudurmuş

zincir şıkırtıları zindan ve ölüm

sonra sonra sükûn sükûn havalar dolusu

kahrolası bir sağırlık delirtici bir sükût

çiçekleri sersem etmiş taze kan kokusu

uzaktan çok uzaktan bir ses duyuyor musun

minnet dolu bir ses gaskonya'lı arkadaş

gerçi sen her şeyinle artık yaşamıyorsun

artık unutulmuş bir hikâye hürriyet

lâkin kulak ver bu sesi duy topraktan

sana minnet fransa'dan sana minnet


hey sevgilim hemen haber uçurduk

neyleyelim düştü verdun kalesin

zaferkuşun tutamadık kaçırdık

mateme büründü frenk ülkesi

derken duyulan ses jeanne d'arc'ın sesi

dur diyor vatanı beklemelisin

dövüş eğilme sen zalim eğilsin

damarda karlı mı dökülecek kan

çıkalım dağlara dağlar sevinsin

ölelim yaşamak için marianne


eski nur beldesi paris karanlık şehir

heyecanla kımıldar bir okyanus gibi

gözleri kör matem düşmüş sinesine

kanlı sabahlara bakan yaz geceleri

yorgun mülteciler askerler gelir

gelir insanlarla dolu harp yollarından

karanlık dokunmuş cümlesine

her biri güneş bekler yarından

gölgeler dalgalanır gölgeler konuşur

gölgelerde yaşayan tehlikeli bir şey var

kocaman yarasalar gibi uçuşur

heyular dolaşır duvar duvar


eski nur beldesi paris karanlık şehir

dudaklarda solan hazin bir tebessüm

yıldızlara serenad seranad hazin bir tebessüm

eğlenmiyor emsalsiz kemanlar artık

karanfiller solmuş korular kimsesiz

her lahza yaklaşan bir kâbus gibi ölüm

döne'm seni almasın almasın bu karanlık

ona kaldı fabrikalar şehirlerimiz

ona kaldı insanlar ona kaldı hürriyet

gel sevgilim gel kumru göğüslü döne'm

gel yaşayan başka insanlar da var

gel onlar da bilir dövüşmesini

maginot'da dunkerque'de ölenler kadar

bırak ağlasın paris bırak ağlasın

sen döne'm -gözlerini güneşe çevir-

saha binlercesi var böyle can verecek

eski nur beldesi paris karanlık şehir


hele bir vakt erişip toprak uyansın

evvel deli yağmurlar şiddetlenecek

hele bir kan ile dünya yıkansın

ahir bir zelzele bir zelzele beklenecek


hey sevgilim burda mekân tutmuşuz

savoie dağları bizimle şendir

gözlerde bulut yok yürek korkusuz

kahramanlık demi işte bu demdir

insanın vatanı cümle âlemdir

cümle âdemoğlu seninle kardeş

tutuştu mu bir yol kalbinde ateş

dövüşür tek kişi gibi durmadan

yükselsin diyerek semaya güneş

ölelim yaşaman için marianne


kahramanlar kalbimize çizilmiş hatıranız

evvelce ispanya'da çin'de savaşmıştınız

-özge bir maceradır- habeşistan çölleri

şimdi aynı semanın yıldızların altında

işte yine birlikte yine baş başasınız


seni çocuk gözlerinden tanırım pierre

sen ölümle büyümüşsün onlar yine çocuk kalmış

ya sen auguste tiyatro meraklısı adam

gülmüyorsun anlaşılan perde kapanmış

gaston küçük kadınları küçük şeyleri sever

üç lisanda küfreden çaylak bakışlı henri

yıkılmış yüzükoyun ağzını açamadan

sizler siz hürriyet şehitleri üşüyeceksiniz

şafak vakti bir rüzgâr çıktı serin

bırak döne'm bırak rahat uyusunlar

bırak hayallerini dağıtmasın ellerin

rüzgâr çıktı yüzleriniz üşüyecek

yoruldunuz dinlenmek hakkınızdır çocuklar

yüreğiniz rahat olsun dövüşenler var

yarım kalan şarkınıza onlar devam edecek

hey sevgilim hürriyete dua et

hürriyetsiz yaşayamaz memleket

hür yaşamak için gelmiştir insan

hürriyet eşitlik sulh ve saadet

ölelim yaşamak için marianne

2 Aralık 2009 Çarşamba

İRTİHAL

 
Sen ölüyorun kardeşim öldüğünü bil 
Bile bile ve teamüden 
Ecel öldürmez insanı 
Kendisi öldürür 
Vakti zamanı gelince... 
Ben onun için yas tutuyorum ya hep 
Vakti gelmeden öldürülenlere  
 

25 Kasım 2009 Çarşamba

duvar

saadet asırlarca bitmeyen hasretimiz
o size gelmezse siz ona gideceksiniz
madem ki bir eylül akşamı yaseminler gibi
ve madem ki tek dünya
tek yürek





rüzgarla gelen keman sesi gibi dakikalık saadet
mühimsenmemiş aşkı kaybolmuş ümitleri korkulu hayatının
mesut olmak mı çocuklar gibi mesut olmak mı demiştik
erguvani çiçekler açmıştı erguvanlar
rüzgarda insan selamları toprakta gökte genişlik

* *


gökyüzü akıp gidiyor başımızın üstünden
ağır ağır pırıltılı bir nehir gibi
yıldızlar zil zurna sarhoş
ve şehnaz makamı
-birkaç yıl nedir ki insan ömründen
-işte akşam sürgünlerin akşamı
-yağmur mu sokakta çırılçıplak yağmur
-bederettin i simaviyi hatırlar mısın
-insan nasıl unutur
-ya duvardaki mısralar ne demişti serseri şair
-hala ezberimdedir


kişi demişti
kendi arzusuyla terk-i diyar etmez
sebepsiz gurbetin kahrını kimse ihtiyar etmez* *


günahım ne yetmez mi bir defa öldüğüm
-yeryüzüne baktım insanları telaş içinde gördüm
felaketler herkesi bıktırmış canından
aydınlıkta ihtikar aydınlıkta fuhuş
geçilmiyor kandan geçilmiyor gözyaşından
yine ağlar geriyor gümüş örümcekler
yine örümcekler için insanlar ölecekler* *


dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar



ben bu satırları yazdım bir gece sabaha karşı
bermutad insanları ve seni düşünerek
uzak bir köyün üstünden şimşekler çakıyordu
dağ başlarında sükun çamlar dilrüba
yıldızlar körkandil penceremden bakıyordu
o anda sen tamamen benim dünyamda misafir
o kadar rahat o kadar sakin ve herşeyden azade
olsaydı olmuyor olmayacak-olabilir
saadet de felaket de insanlar içindir

* *
karanlığın insanı delirten bir ihtişamı var
yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
dudaklarımda eski bir mektep türküsü
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
gözlerim gözlerini arıyor durmadan
nerdesin
* *


halbuki ne kadar da yorgunuz
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
* *

meyhanelerde kan kusan ressam
neden böyle karmakarışık ömrümüz

24 Kasım 2009 Salı

öteki dünyada

Öteki dünyada, akşam vakitleri,

sevdalarımızın paydos saatinde

bizi evlerimize götürecek olan yol,

böyle yokuş değilse eğer,


Ölüm hiç de fena bir şey değil.

hadi bulun en zayıf yerimi

insan kendisini merak etmeli;
hem de ölümüne merak etmeli.
gün bitti işte...
kim farkında bunun senden
başka...
herkes bu yenilgiyi nasıl da
rahat kabulleniyor...

vaatlerini tutmadı gün.
kimse kendisini merak etmedi.
sabırsızlığın bundan;
bundan çocuksu hasretin...
kabullenince herkes yaşamını
sen ortaya kendini koydun...
ve bütün suçlarını üzerine
aldın sonra

bundan işte
bu çocuksu hasretin
ve ölümcül bir rulet oynadın
insanlarla
hadi dedin, hadi bulun
en zayıf yerimi...

ve diktin gözlerini gözlerine
kastın bedenini
yükselttin omuzlarını
öylece kaldın...
baktılar sana... baktılar...
ama yüreğini bir türlü
göremediler.

lalena

ince l lalena
eski sular,
silahsız akşamlar, erken vurulmalar
sığırcıklar ötüyor bir yerlerde
gün düşüyor çılgın bir portakal gibi
bir yolculuk defterinin içine
tundraların gizlediği izlerden
bak yine eşiğine geldim
ince l, lalena
izin ver inine sokulayım bu gece
bak safkan geldim gittiğim uzaklardan
yaşadıklarım işlememiş hiçbir yerime

şuracıkta kıvrılayım, teninin tarçın gökleri altında temiz bir çarşaf
ser; beyaz, yumuşak bir yastık rüya istemem sobanın üzerinde
kaynayan çaydanlığın huzurundan başka köşedeki mindere otur
eski günlerdeki gibi, usul sesle bir şeyler anlat bana, bana bir
şeyler söyle
herşey eskisi gibi olsun
ben hiç gitmemiş olayım
sen evlenmemiş ol, ölmemiş ol lalena

inmem gerektiği söylenen düşlerden
indiğim gecelerde
kaç kez sardın yaralı bedenimi
kaç kez yeniledin
ertesi gün sokaklarına kendimi bulurdum başka terkilerde
derdim yaşam
elimden kaçmamış daha
uyardım kurallarına, kısık ışıklarına
senin koyduğun bütün sessizliğin

bilirdim kelimelerle bile paylaşılamayacak
kadar derinde
"lalena"yı dinlerken sokulgan bir kedi
gibi bırakırdın kendini
beni bile unutarak benim göğsümde
neyi sevsem
kime dokunsam
saçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından
ben kendime ne yaptım, sana ne yaptım lalena?
hatırlıyor musun
ne aptalca şeylere güler
sonra mutluluktan ağlardık sevişirken
aşkın ve birbirimizin derin kucağında
san fransisco'ya giderken olmasa da
doors dinlerken bir çiçek takardın saçlarına
nasıl dönerdik ortancalar vadisinden
daha silah sesleri gelmezken hüzünlü tepelerinden
daha başkalarına kıymanın bilgisi
bulaşmamışken parmak izlerime
nasıl kaygısızdık ve nasıl farkında bile değildik
içinden geçtiğimiz zamanın
masum şehvetini
kendimizden ayırt edemezken

hem zayıf, hem korkak, hem maço
korurum kendimi sanır kaçtığı uzaklarda
hiçbir şey vurma yüzüme, hiçbir şey söyleme
eksileceğim kadar eksildim
dönüşün yollarında buraya gelirken
geriye pek bir şey kalmamış
aşkın bütün imkanlarını sende tüketmişim ben
yol bitiyor işte, bir kaç adım kaldı eşiğine varmaya
şimdi herkes doors dinliyor yeniden
seninse saçlarındaki çiçek duruyor mu hala
orada mısın?
bu şiiri okuyor musun?
ince l duruyor mu şarkının kaldığımız yerinde?
orada ol
evlenmemiş ol ölmemiş ol
hiçbir şey olmamış olsun sana
n'olur n'olur n'olur lalena

ağır roman

gökkuşagının renkleri koleranın
damlarında sevişti.
can sesleri
ezan sesi
hafif esrar kokusuyla karışıp
havayı kapladı.

savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye;
zaman ki sana hasta oldu.
incelikli haytasın.
nüksederken raksını mahallenin maşallahı eyvallahı;
güzelleş be oğlum..

şimdilik ölümüne kadar hayattasın,
şimdilik..ölümüne kadar hayattasın..
..

- bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında,
dağılıp gitti melekleriniz beyazın öte dağlarında..
ağlasın ardınızdan bir ağızdan butun dehşetiyle kolera
sen harbi hayal et:
sağlam gariban..
ruhuna el fatiha..
..

- o bin tılsımlı anın çarşafından ağır ağır geçirirken hayatını, bilemezdi üç tekerlekli bisikletin karanlığa takla atacağını..

- her hayatın bir agırlıgı vardır koçum, senin ki kaça tartıyo?

- madde mi agır mana mı ?

----

bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında
dağılıp gitti melekleriniz beyaz'ın öte dağlarında
ağlasın ardınızdan, bir ağızdan, bütün dehşetiyle muamma
güzel adam! sen harbi bitirim, sağlam gariban...
ruhuna el fatiha!
(ölü yalnızlıkların requem korosu)



salih : “nasıl söyleyim bilmiyorum, tapıyorum sana hastayım”

tina : “ kalbimi çaldın pezevenk çocuk, ölümüne tav oldum sana”


güneş buluttan sıyrılırken, gökkuşağının renkleri koleranın damlarında sevişti.çan sesleri, ezan sesi hafiif esrar kokusuna karışıp gökyüzünü kapladı.imparatorlar cıgaralarından babacasına çektikleri dumanı üflerken,adam mickiewicz'in şair ruhu dumana tutunup yüz yıllık müzesinden kalkarak kilisenin ıstavrozuna kondu.ağır ablalar esrarı daha kallavi çekebilmek için zıvanalar hazırlamaktaydı...

zarlar düşeş gelseydi, belkide herşey başka türlü gerçekleşecektibuluttan sıyrılırken









Ne kapılar, ne savaşlar, ne dünyalar varmış

Bir yerin mi acıyor?

—Acıdan öte! Yıkıldı tam aklımla kalbim arasındaki köprü...

—Hiç sağlam değildir zaten o köprüler... Kim inşa ediyorsa art niyeti olduğu kesin.

—Orası kesin. Tamam, yıkıyorsun köprüyü, ne sebepten leşlerinin etrafını sarıyorsun, neyine kemikleri kalbimin...

Ruhumuzdan almak isteyip de alamadığı şey nedir?

—İnsanları karmaşaya düşürmek için oluyor bütün bunlar.
Kendi buhranında boğul diye...
Rüyalarındaki gibi...
Nefes alıyorsun ama suyun altındasın. Çıkma isteği var yüzeye, ışığı görüyorsun...
Ama...

—Hüzünlerine bile uzanmıyor elin… Dibe yaklaştıkça basınç kulaklarından salıveriyor vicdanı...
Damla damla ciğerlerine kadar içerliyor ve ardından uyanıveriyorsun, üzerinde hatalarının ıslaklığı...

—Ne olduğunu bilmiyorsun gördüğün şeyin...
Rüya, kâbus, karabasan... Adlandırabildiklerin bu kadar... Sınırlısın yani yine.
Peki, hava aydınlanmış, güneşli, ılık... Hala içini boğan ne? Kalbini sıkan ne? Neden nefes alamıyorsun hala?


Vicdanın mı düşmeyen yakandan?

—Vicdandı zaten çeken tetiği...

Ben mi dedim sanarsın "öldürme" diye. Bacağımdaki kurşun AIDS gibi bir şey çıktı. Şimdi vücudumu bırak, ruhumun her milimetre karesinde raks eder oldu.

Doğudan doğmayan bir güneşin kime yararı olabilir, baykuşlara mı?

Sınırlıyım ya... Sorunda bu zaten. Bu sınırları ben koydum. Bugün gördüğümse, benim gördüğüm kimse yapmadı bunları...

Güneşi tahrik edip günaha çeken benim

—Asıl raks eden günahtır vücudunda… Tüm hücrelerinde dolaşan, kaynaşan şeytancıklar. Zaten vardılar. Ama şöyle bir gerçek var, çikolata da mutluluk hormonlarının daha fazla salgılanmasına sebeptir.

—Yok. Hayır, olmamalı. Son gördüğüm şeytan öldü gözlerimin içine bakarak... Onlardan bir tane daha barındıramam... Sadece etrafta onların ***leri var o kadar.. Başka yok. Olmamalı!

...

(Sen olgun sevenlerdensin... Öyle bir seversin ki, her şey yerli yerindedir. Bir fidanın ağaç olması gibi...
Yavaş yavaş...
İnce ince...
Sonunda öyle sağlam bir sevgi yaratırsın ki kendine, dünyayı kaplar. O kadar gerçektir ki, başka türlüsü yakışmaz üstüne...
Şeytanları ve kendini ayır vücudundan...
Bak geriye "kim" kalacak.)

Anahtarı sağa doğru ağır ağır çevirerek kilidimi aç!
Buhar oldum, uçtum.
İnsanı eline bile bakmaz bazen telaş içindeyken.
Ondandır belki sessiz kalan surların bir kapıdan içeri girme çabası...

Kiralık Hayatlar

Bakma…
Bana bakma o gözlerinle…
Yapma!
Atlarım kirpiklerinden, korkuyorum.
Yine cinayet süsü alacaksın bana, biliyorum.
Susmalara gömüleceğim.
Parmağınla dudaklarıma dokunup,
mühürleyeceksin beni…
Cesaretimi ağır ödeyeceğim.
Esaretim sende kalacak.
İçinin odalarından beni cağırırken,
‘Çoktan döndüm’ diyeceksin bana.

Öldüm. Milyon kere bittim ben sende
Sineye cektin beni.
İçime çektim seni, kaçamak…
Kendi katilim oldum, her seni çaldığımda.
Görme…
Beni görme gönül gözünden…
Anlatma!

UMUT

Kendini odana hapsedeceğin
ıssız,
sessiz,
rutubetli o gecede,
mumlarını yaktıktan ve çalan her şarkının sözlerini "bana" yorumladıktan,
hayattan bıkkınlığını kelimelere döktüğün o an,
etrafa dikkatlice baktığında yaptığın;
yanlışları,
doğruları,
cevabını bulamadığın milyon soruyu düşündükten sonra,
camdan çiselen yağmuru izlerken,
gözlerin bu karanlığın gizemliliğinde kaybolduğunda,
aslında hala nefes almanın bir nedeni olduğunu anlayacaksın

..Hüzünbaz Sevişmeler..

Oysa az geride olmamış bir sevda böyle bitmişti:

(Sana söylemeliyim. Haksızlık bu. Ama öyle incesin ki ya kırılırsan, bu dikensiz akşamüstü?.. Bileklerim incinir, yüreğim burkulur inan... Sana bitti demek, üzgünüm söylemek, kal gitme, ben giderim, ben ölürüm, hasretler eritirim omuriliğimde... Ayrılalım... Dur, düşürme gözlerini katışıksız hüznüme. Hayır, ağlama n’olursun... Gemilerin çürür batak sularımda, intiharlara jilet olur. Acım sırrına erdirmez. N’olursun ağlama. Biliyorum hazır değildin, beklemiyordun ama o güzel gözlerini yalanlamak...

-Ama... ben... seviyorum... neden?
Ağlama n’olur...

Gözyaşın hüzün büyüktür, damlar yüreğime geceleri... Kapa parantez)


..
Öpüşerek gidilir gizlerin kol kola gülümsediği yere. Öpüşüyorlardı. Dudaklarından beyne transit taşımacı sinirlerin cümbüşü duyuluyordu kulaklarında... İri öpbenili dudaklar... Öpüşüyorlardı... Hiç tanınmayan toprakları eşeler gibi... Sular göbekten damlatır bir geceye.
Saatler geçiyordu, daha öncekiler gibi. Biri öncekinden yanlış, biri berikinden yalnız. Akrep yelkovana alışık. Alışılmışlık işte: Bir vazoyu her zaman aynı yerde görmenin, görmek istemenin aşağılığı...

-Biz alışamayacağız, değil mi?

Zamanlar zamanların peşi sıra, belki’li, acaba’lı, herhalde’li bir alışılmışlığı yürütüyorlardı. Dudaklarda öfkenin, sevincin, birini, birşeyi bulmuşluğun izleri... Ve kaybetmek korkusu.

(Sarıl bana. Son bir kez belki ama n’olursun sarıl... Öpüşelim yine... Binlerce kez hükümran olduğum o dolgunluklar, neden ırak şimdi, sevincimin dalga dövmüş kıyılarına? Neden daha öpbenili bu ölüm dudaklar?.. Neden iç kıran heyecanlar, yangınlar üretiyor bin akşam dayandığım duvarlar?.. Öpüşelim.

-Peki, dedi Kadın... Son ve tek...

Öpüştüler, öpüşmek denirse. Üşmek değildi, üşümek yoktu. Sadece öpmeye telaşlıydı Adam.

Öpüştüler, öpüşmek denirse. Üşmek değildi, üşümek yoktu. Sadece öpmeye telaşlıydı Adam.

-S.e.vişelim, dedi Adam. Son ve tek.
-Hayır, yapamam

Hayırlar, yapamamlar uzaktı. Olmazlar öykü...

-Başkasını seviyorum, dedi Kadın. O’na karşı...
Yani... Öyle işte...

O? Demek o, onlar var artık? Ama benim, Bilmiştim, sıcak şiirimsel bel kıvrımını. Nasıl olur da nasıl olur sorusunu sorar olurum?
Demek şimdi o tüttürüyor şiirimizi? Biz yazmadık mı? Düşümüzden tırnağımızdan arttırmadık mı?
..

(Gitme, Dur... Yalnızım...
Ünlem işaretleri büyüyor içimin yanık aydınlığında. Gitme... En a.p.t.al şarkılardaki yalnızlık bu.... Gidişin... Akşamdan akşama demlediğimiz sevda... Birbirinizi seviyorsunuz, bunu anlıyorum. Hayır anlamıyorum. Biri birine gel beraber biri olalım demiş, biri yalnızmış biri gibi, birbirleriyle bir olamayacaklarında birleşince fikirleri biri birine, O’nunla birlikteyiz, birbirimizi seviyoruz demiş.)

Gittin... Arkana bakmadan... Benim, arkana bakıp bakmayacağını düşündüğümü düşünerek.
Beni bırakıp kimsesizliğin ülser gecesine, gittin...
Çoğunu anlatamadım seni sevmelerimin. Tarihlerden di’li geçmiş zamandı.
Geniş zamanlara sarkıyor şimdi yalnızlığımız.


Adam başka, Kadın karşılarda. Saatler zamanın herhangi bir yerinde sancı içinde.

Yalnızlığın geniş zamanında Adam, Kadın ve saatler...

Senin dudakların acıdan kalın. Yalnızız ama değiliz. Seni unutmadım. Sen benim her bilinmeze yazdığım şiir ya da en sevdiğim okuduklarımdan. Okumayı biliyoruz. Birbirimizden öğrendik. Kolumu boynuna dayayıp uzandığım geceler vardı. Kim yapabilir ki? Kim bilebilir ki? Yastığıma ağladım seni. Yastığım tanık. Senin dudakların ömrümün en güzel yastığı. Unutma beni. Gözyaşım, avcunun teri...
Seni özledim. Biliyorum, yasak bana gözlerini anlamak... Uyruğum bana yasak... Altyazılı kızgınlığım, ağlamaklığım.
Unutmadım seni. Aklımın vatandaşı!

GÖZÜME TAKILANLAR


*Bu yalnızlık bana büyük geliyor. Çok. İç kavgalardan arınıp, büyük kavgaya soyunmak istiyorum artık. Sana söylüyorum... Beni dinlemiyor musun?.. Heey... Nerdesin?.. Nereye kayboldun? Bir dakka... Dön geri... Ne yandasın?
Bir düş düştü elimden. Undan ufak oldu. Onlar el koydu bütün kerevetlere, ben ve ağaç, yaprak konuştuk, dal sustuk. Yazık.


*Beni beklemediğin belli. Ama benim beklediğin kişi olmadığım nerden belli? Belki benim O.


*Hüznün şiire en yaklaştığı ve ölümün en yüreklice selamladığı zamandı. Bir alkol spazmı kokluyordu, martılar. Her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir.
Utanmasaydı...


*Bizzat ben, bendeniz saçımı başımı[saçımı sakalımı] rulo yapmış sessizliğimle anlam beklediğim, mantık pususuna yattığım günleri hangi anlamsızlık bana unutturabilir.



*Deniz sabahı günaydınlamak için uyanmayı akıl ettiğinde grimavi önlüğü giymeyi hak kazanmış oluyordu, İyi sabahlar gözüm... İyi yaşamaklar!..


*Gözbebeklerine karşı yalan söylenir mi?


*Öyle bir zamanın konuğuyuz ki, mutlu değilse de umutlu olmaya mecbur yaşamak.


*Tükürüğümüz bile yetmiyor artık yaralarımızı iyileştirmeye,
İyileşmiyor artık yaralarımız. Yani yaralarımız, daha iyi yaralar haline gelmiyor artık... Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri... Ve hüznüm, bir kamu morgunda işe başladı.


*Öyle bir karşılaşmaydı ki, hiçbir görmezden gelme direnemezdi. Bahanesi yoktu konuşmamanın.
Çok birdenbire, gözlerim gözlerine yazma, sözlerim sözlerine susmak, dilim diline ıslaklık bir an yaşandı. Özlemiştik deyip geçiştirmek mümkün satırı. Ama o kadar basit değildi. Hiç birşeyi anlatan bir sözcük yoktur ya, işte ondandı.

-Demek sensin.
-Evet benim. Ya sen hala başkası mısın? Diyerek merdivenlere yöneldi. Sanki hiç konuşmamışçasına. Evet
sevgimin güzel emanetçisi, ben hala başkasıyım... Rehin aldılar beni. Fidyesi astarından pahalı dostluğum
sürüyor başkalarıyla.



*Gün ağarınca, demiştin, sen başka yere, ben başka yere... Belki de bu sözü söylemeseydin, sabahın gelişinin ayrılık olacağını hatırlatmasaydın
ve çakmasaydın gözlerini gözlerime... Kendimden utanmıştım çünkü o an, seni bir daha görememe ihtimali her şeyden daha önemliydi... Önce saçlarına dokundum... Ve kanımdan daha sıcaktı gözlerinden akıttığın yaşlar... Bin yıllık hasretle sarıldım sana... Öylesine sıcak, öylesine korkutucu... Sımsıkı sarılmışken... Ne bitmez bir sarılmaydı... Öyle durduk, zaman, duruşumuzdan sıkılana, kollarımız yüreğimiz yorulana kadar... Hiç konuşmadan nefes almadan... Yalnızca yutkunduk... Öyle gürültülü bir yutkunmaydı ki, avaz avaz bağırdık sanki, öce ben, önce sen... Ve alnım alnına dayalı öylece kaldık. Kaç yıl? Kaç saniye? Kaldırdım başını... Korkma, onlara öpüşmeyi bilmediğini söylemicem.
Bak yine yağmur... Bu ağacın altında çay içmiştik geçen hafta... Sen yoktun... Kaldır başını, ciğerim! Gözlerini bağlamak istiyor arkadaşlar! Benimkini de bağlayın sizi böyle görmek istemem. Kaldır başını ciğerim, kaldır başını. Biz utanılacak bir şey yapmadık. Halkımız için savaştık, birbirimiz için ölüyoruz, hepsi bu... Kaldır başını, sevgilim arkadaşlar ateş etmek istiyor!




24 Ekim 2009 Cumartesi

günler geçiyor


hikayem bittiğinden beri...
bir gardım düştü, ne yelkenim ne rüzgarım var etrafta...
kendi çabamla dolanıyorum yalnız
çok sıkıcı ulan.
bi de ben ayrı bir rahatsız zaten.
artık anlatamadığımdan yazmak zorundayım.
patlicakk diyorum...

bugün uyandım. rüyamda deniz kızıydım. bir nehirde sürükleniyorduk. 2 şelaleden aşağı düştüm. biri çok uzun sürdü. tam sığ sularda dolanırken avcılar geldi. kestaneye bile bastım saklanmak için, ama buldular. en son avcı karşımda duruyordu. bana bakıp göz rengimi, saç rengimi

işler neden benim istediğim gibi gitmiyor. nasıl olcak?_
üzgün kızı oynamicam diye çok kasıyorum ondan mı bitmiyor.

rüyamın sonuna doğru bilin bakalım hangi evdeydim?

üzünç oldum. üzüntü, mutsuzluk çok acaip birşey. ilk defa yaşıyormuşum gibi taze. hiç bi kaşarlanma yok yani bende. oysa ben de istiyorum. sezen aksu dinliyim... tüm iletilerime yazayayım

dört günlük bir şey işte
güzeldi yaşandı ve bitti diye düşündük
oysa bir duygusal yük vurduk yüreklerimize
kırılıp döküldük
bir zaman gözlerimizde çiçek açardı
biz hep umudu söndürdük
özledim çiçekleri
sevdiğimiz ne varsa herşeyi özledim

asdafadf
ya bırak zaten rahat bırakmıyorum insanları. yok yolum buradan geçiyordu, yok sen mi kalmış şuyum...
dün biz izlicez diye indirdiği filmleri çek de bana ver diye aricaktım, bugün çok güzel pazar kahvaltıları yapıyorduk geliim mi demek için.
aramadım.

rüyamın sonu neden orda bitti ya. dört günlük birşey miş. bok dört gün. 1yıl olmuştu düşe kalka.

oysa ki kendimi çok anlayışlı ve sevgi dolu hissediyorum. tamam artık benle rahat olmuyor. ben de onunla olmuyorum. evet birbirimizi kırmadan böyle bitmesi mükemmel birşey. o tabi ki hayatında yeni insanlar olsun isterim. ben onunlayken de hoşuma giderdi başka kızlara kur yapması, ha o kız mı evet ben ona biraz ayıp ettim ama güzel kız onla da olabilir. ben mi ooo ben hergün aşığım zaten.
of:D azına sıçarım o kızla olursa bir kere. ama ne yapsam boş. olsun yine de azına sıçarım. gerizekalı bilgisayar almış bin ton para verip, bi de orjinal oyun almış. kızlar oyunları bu yüzden sevmiyor işte. gerçekten unutuyorsunuz bizleri. bana gelince istemiyorum aşk maşk. böyle yalnız takılcam. ya yazıyorum da.. çok canım acıyor. aklımdaki iyileşme ve kötü olma sürecini de aştım neden hala geçmiyor?

anlaşarak ayrılmayın. kavgalar edin, dövüşün, sevişin.. ama anlaşarak ayrılmayın. herşey bir bitsin, aksın vucudunuzdan aşk. nolur anlaşarak ayrılmayın. valla doğmamış çocuklarıma üzülüyorum. devirdaim yapmıyor kanım. mideme oturdu birşey. hayallerim Roma gibi yıkılsın tekrar inşa etmem lazım onları.

9 Ekim 2009 Cuma

n'aber?_

"Bir orospuyken bir azize, bir azizeyken bir orospu olursun ve ancak âşıkken anlarsın arada bir fark olmadığını."

1 Eylül 2009 Salı

eylül


bu sabah,
serin hava,
çiseleyen yağmur..
sadece senin için..

gökyüzüyle beraber ağlıyoruz.

eylül işte
öyle bir anda gelir.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

. .

bir gün ışığı,
alıyor beni. .
başımı suyun içine sokuyor,
tam boğulacağım sırada başımı yukarı kaldırıyor,
can havliyle nefes alıyorum
ve o an yaşadığımı ve hayatı hissediyorum


9 Haziran 2009 Salı

kıssadan hisse


çok fena düştüm sevgili günlük

böyle yerlerde yuvarlandım

ama üstüme saldıkları efkar benle başa çıkamayacak

hepimizin kupalarını aldın
di'li geçmiş zamandan nefret ediyorum
hayatın devam etmesinden..

bu böyle bilinsin.

fight club alıntı

Babamın evinde bir sürü madalya vardı.
Tabii ki, tetiği çekince, öldüm.
Yalancı.
Ve Tyler da öldü.

Polis helikopterleri bize doğru gelirken, Marla’ya, kendilerini kurtaramayan ama beni kurtarmak için uğraşan destek grubu insanlarına rağmen, tetiği çekmek zorundaydım.
Bu gerçek hayattan daha iyiydi.
Ve bir mükemmel dakika sonsuza kadar sürmez.
Cennette herşey beyaz üstüne beyaz renkte.
Sahtekar.
Cennet çok sessiz, plastik tabanlı ayakkabılar var.
Cennette uyuyabilirim.

İnsanlar bana mektup yazıp, beni unutmadıklarını bildiriyorlar.
Onların kahramanı olduğumu.
Daha da iyi olacağımı yazıyorlar.
Buradaki melekler Tevrattaki gibi, lejyonlar ve teğmenler var, cennetlik bir ordu vardiyalarla çalışıyor.
Mezarlık.
Yemekleri tepsilerde getiriyorlar, yanında da bir bardak ilaç oluyor.
Oyuncak Bebekler Vadisi oyun seti.

Tanrıyla tanıştım.
Ceviz ağacından yapılma masasının ardında oturuyordu ve arkasındaki duvarda diplomaları asılıydı.
Ve bana “Neden?” diye sordu.
Neden bu kadar çok sorun yaratmıştım?
Her birimizin, özel ve nadir bir yeganeliğin nadide ve kutsal bir kar tanesi olduğumuzun farkına varamamış mıydım?
Hepimizin sevgi tezahürleri olduğunu göremiyor muydum?
Masasında oturup, not tutan Tanrıya baktım.
Her şeyi yanlış anlamıştı.

Biz özel değiliz.
Pislik veya çöp de değiliz.
Biz sadece varız.
Varız ve olacak olan olur.
Ama Tanrı “Hayır, bu doğru değil” dedi.
Peki. Tamam. Her neyse. Tanrıya hiç bir şey öğretemezsiniz.
Sonra bana ne hatırladığımı sordu.
Herşeyi hatırlıyordum.

Tyler’ın silahından çıkan kurşun, sağlam olan yanağımı da yarmış ve bir kulağımdan öbür kulağıma kadar bir keskin gülümse yayılmıştı yüzüme.
Kızgın bir Cadılar Bayramı kabağı gibi.
Şeytan bakışlı Samuray.
Hırs sembolü ejder.

Marla hala Dünyada ve bana yazıyor.
Birgün seni geri getirecekler diyor.
Ve eğer cennette telefon olsaydı Marla’yı arardım ve “Alo” dediği zaman telefonu kapatmazdım. “Selam. Ne var ne yok? Bana herşeyi anlat” derdim.
Ama geri gitmek istemiyorum. Henüz değil.

Çünkü arada sırada bana yemek tepsimi ve ilaçlarımı getiren birilerinin gözünün mor, alınlarının şiş ve dikişli olduğunu görüyorum ve bana:
“Sizi özlüyoruz Bay Durden.” diyorlar.

Yada yerleri silen burnu kırık olan biri, yanımdan geçerken fısıldıyor:
“Herşey plana uygun olarak devam ediyor.”

Fısıldıyor:
“Dünyayı daha iyi bir hale getirmek için, medeniyeti yok edeceğiz.” Fısıldıyor: “Geri gelmenizi dört gözle bekliyoruz.”

1 Haziran 2009 Pazartesi

bozkırkurdu

Oyunu daha iyi oynamayı öğrenecektim, gülmeyi de. Pablo beni bekliyordu, Mozart da...

30 Nisan 2009 Perşembe

çocuk

bu fırfır ne zaman gelecek İstanbul'a?

20 Ocak 2009 Salı

alıntı

Unutmaya başladığım fil dişi kuleler,
toz sarı tütün kitaplar,
başka birisi ol diyen duvarlarım,
gitmelisin diyen düşlerim. .

15 Ocak 2009 Perşembe

34 ubj 29

Naylon torbalarda muhafaza edilen cesaretler bayatlamaz Joshua!
cebinde buruşuk bir kağıt para gibiyim,
anla Joshua!

hadi gül

Hep geç kaldık
Ne zaman erken çıksak yola
Yolculuklar nankördü hiç bilmedik
Hep erkendi ne zaman varsak ölüme
En uzun ömür üç günde geldi geçti
Sonra baktım gözlerin ıslak
Ateş önce kendini yakar
İçim dışım ateş oldu
Sen ne uzak hayat ne uzak

Hadi gül ne kaldı ağlayacak
Bitirdik hepsini
Ne olur

Hep geç kaldık
Ne zaman erken çıksak yola
Yolculuklar nankördü hiç bilmedik
Hep erkendi ne zaman varsak ölüme
En uzun ömür üç günde geldi geçti
Sonra baktım gözlerin ıslak
Zaman önce kendini geçer
Aylar yıllar beni geçti
Sen ne uzak hayat ne uzak

13 Ocak 2009 Salı

"Eğer bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batıyor demektir."

gözlerin

Düşlerin parlayıp söndüğü yerde
Buluşmak seninle bir akşam üstü
Umarsız şarkılar dudağımda bir yarım ezgi
Sığınmak, gözlerine sığınmak bir akşam üstü
Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Bir orman bir gece kar altındayken
Çocuksu, uçarı koşmak seninle
Elini avcumda bulup yitirmek, yitirmek
Sığınmak, ellerine sığınmak bir gece vakti
Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken
Bir kenti böylece bırakıp gitmek
İçinde bin kaygı, binbir soruyla
Bitmemiş bir şarkı dudağında bir yarım ezgi
Sığınmak, şarkılara sığınmak bir ömür boyu
Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış
Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi
Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek
Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken

12 Ocak 2009 Pazartesi

dedim;

dedim;
külden bir aşktım ben
ölümün mor dudağında çürüyen
bir üzünçtüm ben...
anla!