24 Kasım 2009 Salı

..Hüzünbaz Sevişmeler..

Oysa az geride olmamış bir sevda böyle bitmişti:

(Sana söylemeliyim. Haksızlık bu. Ama öyle incesin ki ya kırılırsan, bu dikensiz akşamüstü?.. Bileklerim incinir, yüreğim burkulur inan... Sana bitti demek, üzgünüm söylemek, kal gitme, ben giderim, ben ölürüm, hasretler eritirim omuriliğimde... Ayrılalım... Dur, düşürme gözlerini katışıksız hüznüme. Hayır, ağlama n’olursun... Gemilerin çürür batak sularımda, intiharlara jilet olur. Acım sırrına erdirmez. N’olursun ağlama. Biliyorum hazır değildin, beklemiyordun ama o güzel gözlerini yalanlamak...

-Ama... ben... seviyorum... neden?
Ağlama n’olur...

Gözyaşın hüzün büyüktür, damlar yüreğime geceleri... Kapa parantez)


..
Öpüşerek gidilir gizlerin kol kola gülümsediği yere. Öpüşüyorlardı. Dudaklarından beyne transit taşımacı sinirlerin cümbüşü duyuluyordu kulaklarında... İri öpbenili dudaklar... Öpüşüyorlardı... Hiç tanınmayan toprakları eşeler gibi... Sular göbekten damlatır bir geceye.
Saatler geçiyordu, daha öncekiler gibi. Biri öncekinden yanlış, biri berikinden yalnız. Akrep yelkovana alışık. Alışılmışlık işte: Bir vazoyu her zaman aynı yerde görmenin, görmek istemenin aşağılığı...

-Biz alışamayacağız, değil mi?

Zamanlar zamanların peşi sıra, belki’li, acaba’lı, herhalde’li bir alışılmışlığı yürütüyorlardı. Dudaklarda öfkenin, sevincin, birini, birşeyi bulmuşluğun izleri... Ve kaybetmek korkusu.

(Sarıl bana. Son bir kez belki ama n’olursun sarıl... Öpüşelim yine... Binlerce kez hükümran olduğum o dolgunluklar, neden ırak şimdi, sevincimin dalga dövmüş kıyılarına? Neden daha öpbenili bu ölüm dudaklar?.. Neden iç kıran heyecanlar, yangınlar üretiyor bin akşam dayandığım duvarlar?.. Öpüşelim.

-Peki, dedi Kadın... Son ve tek...

Öpüştüler, öpüşmek denirse. Üşmek değildi, üşümek yoktu. Sadece öpmeye telaşlıydı Adam.

Öpüştüler, öpüşmek denirse. Üşmek değildi, üşümek yoktu. Sadece öpmeye telaşlıydı Adam.

-S.e.vişelim, dedi Adam. Son ve tek.
-Hayır, yapamam

Hayırlar, yapamamlar uzaktı. Olmazlar öykü...

-Başkasını seviyorum, dedi Kadın. O’na karşı...
Yani... Öyle işte...

O? Demek o, onlar var artık? Ama benim, Bilmiştim, sıcak şiirimsel bel kıvrımını. Nasıl olur da nasıl olur sorusunu sorar olurum?
Demek şimdi o tüttürüyor şiirimizi? Biz yazmadık mı? Düşümüzden tırnağımızdan arttırmadık mı?
..

(Gitme, Dur... Yalnızım...
Ünlem işaretleri büyüyor içimin yanık aydınlığında. Gitme... En a.p.t.al şarkılardaki yalnızlık bu.... Gidişin... Akşamdan akşama demlediğimiz sevda... Birbirinizi seviyorsunuz, bunu anlıyorum. Hayır anlamıyorum. Biri birine gel beraber biri olalım demiş, biri yalnızmış biri gibi, birbirleriyle bir olamayacaklarında birleşince fikirleri biri birine, O’nunla birlikteyiz, birbirimizi seviyoruz demiş.)

Gittin... Arkana bakmadan... Benim, arkana bakıp bakmayacağını düşündüğümü düşünerek.
Beni bırakıp kimsesizliğin ülser gecesine, gittin...
Çoğunu anlatamadım seni sevmelerimin. Tarihlerden di’li geçmiş zamandı.
Geniş zamanlara sarkıyor şimdi yalnızlığımız.


Adam başka, Kadın karşılarda. Saatler zamanın herhangi bir yerinde sancı içinde.

Yalnızlığın geniş zamanında Adam, Kadın ve saatler...

Senin dudakların acıdan kalın. Yalnızız ama değiliz. Seni unutmadım. Sen benim her bilinmeze yazdığım şiir ya da en sevdiğim okuduklarımdan. Okumayı biliyoruz. Birbirimizden öğrendik. Kolumu boynuna dayayıp uzandığım geceler vardı. Kim yapabilir ki? Kim bilebilir ki? Yastığıma ağladım seni. Yastığım tanık. Senin dudakların ömrümün en güzel yastığı. Unutma beni. Gözyaşım, avcunun teri...
Seni özledim. Biliyorum, yasak bana gözlerini anlamak... Uyruğum bana yasak... Altyazılı kızgınlığım, ağlamaklığım.
Unutmadım seni. Aklımın vatandaşı!

GÖZÜME TAKILANLAR


*Bu yalnızlık bana büyük geliyor. Çok. İç kavgalardan arınıp, büyük kavgaya soyunmak istiyorum artık. Sana söylüyorum... Beni dinlemiyor musun?.. Heey... Nerdesin?.. Nereye kayboldun? Bir dakka... Dön geri... Ne yandasın?
Bir düş düştü elimden. Undan ufak oldu. Onlar el koydu bütün kerevetlere, ben ve ağaç, yaprak konuştuk, dal sustuk. Yazık.


*Beni beklemediğin belli. Ama benim beklediğin kişi olmadığım nerden belli? Belki benim O.


*Hüznün şiire en yaklaştığı ve ölümün en yüreklice selamladığı zamandı. Bir alkol spazmı kokluyordu, martılar. Her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir.
Utanmasaydı...


*Bizzat ben, bendeniz saçımı başımı[saçımı sakalımı] rulo yapmış sessizliğimle anlam beklediğim, mantık pususuna yattığım günleri hangi anlamsızlık bana unutturabilir.



*Deniz sabahı günaydınlamak için uyanmayı akıl ettiğinde grimavi önlüğü giymeyi hak kazanmış oluyordu, İyi sabahlar gözüm... İyi yaşamaklar!..


*Gözbebeklerine karşı yalan söylenir mi?


*Öyle bir zamanın konuğuyuz ki, mutlu değilse de umutlu olmaya mecbur yaşamak.


*Tükürüğümüz bile yetmiyor artık yaralarımızı iyileştirmeye,
İyileşmiyor artık yaralarımız. Yani yaralarımız, daha iyi yaralar haline gelmiyor artık... Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri... Ve hüznüm, bir kamu morgunda işe başladı.


*Öyle bir karşılaşmaydı ki, hiçbir görmezden gelme direnemezdi. Bahanesi yoktu konuşmamanın.
Çok birdenbire, gözlerim gözlerine yazma, sözlerim sözlerine susmak, dilim diline ıslaklık bir an yaşandı. Özlemiştik deyip geçiştirmek mümkün satırı. Ama o kadar basit değildi. Hiç birşeyi anlatan bir sözcük yoktur ya, işte ondandı.

-Demek sensin.
-Evet benim. Ya sen hala başkası mısın? Diyerek merdivenlere yöneldi. Sanki hiç konuşmamışçasına. Evet
sevgimin güzel emanetçisi, ben hala başkasıyım... Rehin aldılar beni. Fidyesi astarından pahalı dostluğum
sürüyor başkalarıyla.



*Gün ağarınca, demiştin, sen başka yere, ben başka yere... Belki de bu sözü söylemeseydin, sabahın gelişinin ayrılık olacağını hatırlatmasaydın
ve çakmasaydın gözlerini gözlerime... Kendimden utanmıştım çünkü o an, seni bir daha görememe ihtimali her şeyden daha önemliydi... Önce saçlarına dokundum... Ve kanımdan daha sıcaktı gözlerinden akıttığın yaşlar... Bin yıllık hasretle sarıldım sana... Öylesine sıcak, öylesine korkutucu... Sımsıkı sarılmışken... Ne bitmez bir sarılmaydı... Öyle durduk, zaman, duruşumuzdan sıkılana, kollarımız yüreğimiz yorulana kadar... Hiç konuşmadan nefes almadan... Yalnızca yutkunduk... Öyle gürültülü bir yutkunmaydı ki, avaz avaz bağırdık sanki, öce ben, önce sen... Ve alnım alnına dayalı öylece kaldık. Kaç yıl? Kaç saniye? Kaldırdım başını... Korkma, onlara öpüşmeyi bilmediğini söylemicem.
Bak yine yağmur... Bu ağacın altında çay içmiştik geçen hafta... Sen yoktun... Kaldır başını, ciğerim! Gözlerini bağlamak istiyor arkadaşlar! Benimkini de bağlayın sizi böyle görmek istemem. Kaldır başını ciğerim, kaldır başını. Biz utanılacak bir şey yapmadık. Halkımız için savaştık, birbirimiz için ölüyoruz, hepsi bu... Kaldır başını, sevgilim arkadaşlar ateş etmek istiyor!




Hiç yorum yok: