25 Kasım 2009 Çarşamba
duvar
o size gelmezse siz ona gideceksiniz
madem ki bir eylül akşamı yaseminler gibi
ve madem ki tek dünya
tek yürek
rüzgarla gelen keman sesi gibi dakikalık saadet
mühimsenmemiş aşkı kaybolmuş ümitleri korkulu hayatının
mesut olmak mı çocuklar gibi mesut olmak mı demiştik
erguvani çiçekler açmıştı erguvanlar
rüzgarda insan selamları toprakta gökte genişlik
* *
gökyüzü akıp gidiyor başımızın üstünden
ağır ağır pırıltılı bir nehir gibi
yıldızlar zil zurna sarhoş
ve şehnaz makamı
-birkaç yıl nedir ki insan ömründen
-işte akşam sürgünlerin akşamı
-yağmur mu sokakta çırılçıplak yağmur
-bederettin i simaviyi hatırlar mısın
-insan nasıl unutur
-ya duvardaki mısralar ne demişti serseri şair
-hala ezberimdedir
kişi demişti
kendi arzusuyla terk-i diyar etmez
sebepsiz gurbetin kahrını kimse ihtiyar etmez* *
günahım ne yetmez mi bir defa öldüğüm
-yeryüzüne baktım insanları telaş içinde gördüm
felaketler herkesi bıktırmış canından
aydınlıkta ihtikar aydınlıkta fuhuş
geçilmiyor kandan geçilmiyor gözyaşından
yine ağlar geriyor gümüş örümcekler
yine örümcekler için insanlar ölecekler* *
dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır
bizim kucağımız terk edilmiş bir yatak gibi kirli soğuk
ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar
ben bu satırları yazdım bir gece sabaha karşı
bermutad insanları ve seni düşünerek
uzak bir köyün üstünden şimşekler çakıyordu
dağ başlarında sükun çamlar dilrüba
yıldızlar körkandil penceremden bakıyordu
o anda sen tamamen benim dünyamda misafir
o kadar rahat o kadar sakin ve herşeyden azade
olsaydı olmuyor olmayacak-olabilir
saadet de felaket de insanlar içindir
* *
karanlığın insanı delirten bir ihtişamı var
yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
dudaklarımda eski bir mektep türküsü
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
gözlerim gözlerini arıyor durmadan
nerdesin
* *
halbuki ne kadar da yorgunuz
öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil
ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz
* *
meyhanelerde kan kusan ressam
neden böyle karmakarışık ömrümüz
24 Kasım 2009 Salı
öteki dünyada
Öteki dünyada, akşam vakitleri,
sevdalarımızın paydos saatinde
bizi evlerimize götürecek olan yol,
böyle yokuş değilse eğer,
Ölüm hiç de fena bir şey değil.
hadi bulun en zayıf yerimi
hem de ölümüne merak etmeli.
gün bitti işte...
kim farkında bunun senden
başka...
herkes bu yenilgiyi nasıl da
rahat kabulleniyor...
vaatlerini tutmadı gün.
kimse kendisini merak etmedi.
sabırsızlığın bundan;
bundan çocuksu hasretin...
kabullenince herkes yaşamını
sen ortaya kendini koydun...
ve bütün suçlarını üzerine
aldın sonra
bundan işte
bu çocuksu hasretin
ve ölümcül bir rulet oynadın
insanlarla
hadi dedin, hadi bulun
en zayıf yerimi...
ve diktin gözlerini gözlerine
kastın bedenini
yükselttin omuzlarını
öylece kaldın...
baktılar sana... baktılar...
ama yüreğini bir türlü
göremediler.
lalena
eski sular,
silahsız akşamlar, erken vurulmalar
sığırcıklar ötüyor bir yerlerde
gün düşüyor çılgın bir portakal gibi
bir yolculuk defterinin içine
tundraların gizlediği izlerden
bak yine eşiğine geldim
ince l, lalena
izin ver inine sokulayım bu gece
bak safkan geldim gittiğim uzaklardan
yaşadıklarım işlememiş hiçbir yerime
şuracıkta kıvrılayım, teninin tarçın gökleri altında temiz bir çarşaf
ser; beyaz, yumuşak bir yastık rüya istemem sobanın üzerinde
kaynayan çaydanlığın huzurundan başka köşedeki mindere otur
eski günlerdeki gibi, usul sesle bir şeyler anlat bana, bana bir
şeyler söyle
herşey eskisi gibi olsun
ben hiç gitmemiş olayım
sen evlenmemiş ol, ölmemiş ol lalena
inmem gerektiği söylenen düşlerden
indiğim gecelerde
kaç kez sardın yaralı bedenimi
kaç kez yeniledin
ertesi gün sokaklarına kendimi bulurdum başka terkilerde
derdim yaşam
elimden kaçmamış daha
uyardım kurallarına, kısık ışıklarına
senin koyduğun bütün sessizliğin
kadar derinde
"lalena"yı dinlerken sokulgan bir kedi
gibi bırakırdın kendini
beni bile unutarak benim göğsümde
neyi sevsem
kime dokunsam
saçların akıyor yıllardır parmaklarımın arasından
ben kendime ne yaptım, sana ne yaptım lalena?
hatırlıyor musun
ne aptalca şeylere güler
sonra mutluluktan ağlardık sevişirken
aşkın ve birbirimizin derin kucağında
san fransisco'ya giderken olmasa da
doors dinlerken bir çiçek takardın saçlarına
nasıl dönerdik ortancalar vadisinden
daha silah sesleri gelmezken hüzünlü tepelerinden
daha başkalarına kıymanın bilgisi
bulaşmamışken parmak izlerime
nasıl kaygısızdık ve nasıl farkında bile değildik
içinden geçtiğimiz zamanın
masum şehvetini
kendimizden ayırt edemezken
hem zayıf, hem korkak, hem maço
korurum kendimi sanır kaçtığı uzaklarda
hiçbir şey vurma yüzüme, hiçbir şey söyleme
eksileceğim kadar eksildim
dönüşün yollarında buraya gelirken
geriye pek bir şey kalmamış
aşkın bütün imkanlarını sende tüketmişim ben
şimdi herkes doors dinliyor yeniden
seninse saçlarındaki çiçek duruyor mu hala
orada mısın?
bu şiiri okuyor musun?
ince l duruyor mu şarkının kaldığımız yerinde?
orada ol
evlenmemiş ol ölmemiş ol
hiçbir şey olmamış olsun sana
n'olur n'olur n'olur lalena
ağır roman
ezan sesi
hafif esrar kokusuyla karışıp
havayı kapladı.
savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye;
zaman ki sana hasta oldu.
incelikli haytasın.
nüksederken raksını mahallenin maşallahı eyvallahı;
güzelleş be oğlum..
şimdilik ölümüne kadar hayattasın,
şimdilik..ölümüne kadar hayattasın..
..
- bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında,
dağılıp gitti melekleriniz beyazın öte dağlarında..
ağlasın ardınızdan bir ağızdan butun dehşetiyle kolera
sen harbi hayal et:
sağlam gariban..
ruhuna el fatiha..
..
- o bin tılsımlı anın çarşafından ağır ağır geçirirken hayatını, bilemezdi üç tekerlekli bisikletin karanlığa takla atacağını..
- her hayatın bir agırlıgı vardır koçum, senin ki kaça tartıyo?
- madde mi agır mana mı ?
----
bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında
dağılıp gitti melekleriniz beyaz'ın öte dağlarında
ağlasın ardınızdan, bir ağızdan, bütün dehşetiyle muamma
güzel adam! sen harbi bitirim, sağlam gariban...
ruhuna el fatiha!
(ölü yalnızlıkların requem korosu)
salih : “nasıl söyleyim bilmiyorum, tapıyorum sana hastayım”
tina : “ kalbimi çaldın pezevenk çocuk, ölümüne tav oldum sana”
güneş buluttan sıyrılırken, gökkuşağının renkleri koleranın damlarında sevişti.çan sesleri, ezan sesi hafiif esrar kokusuna karışıp gökyüzünü kapladı.imparatorlar cıgaralarından babacasına çektikleri dumanı üflerken,adam mickiewicz'in şair ruhu dumana tutunup yüz yıllık müzesinden kalkarak kilisenin ıstavrozuna kondu.ağır ablalar esrarı daha kallavi çekebilmek için zıvanalar hazırlamaktaydı...
Ne kapılar, ne savaşlar, ne dünyalar varmış
—Acıdan öte! Yıkıldı tam aklımla kalbim arasındaki köprü...
—Hiç sağlam değildir zaten o köprüler... Kim inşa ediyorsa art niyeti olduğu kesin.
—Orası kesin. Tamam, yıkıyorsun köprüyü, ne sebepten leşlerinin etrafını sarıyorsun, neyine kemikleri kalbimin...
Ruhumuzdan almak isteyip de alamadığı şey nedir?
—İnsanları karmaşaya düşürmek için oluyor bütün bunlar.
Kendi buhranında boğul diye...
Rüyalarındaki gibi...
Nefes alıyorsun ama suyun altındasın. Çıkma isteği var yüzeye, ışığı görüyorsun...
Ama...
—Hüzünlerine bile uzanmıyor elin… Dibe yaklaştıkça basınç kulaklarından salıveriyor vicdanı...
Damla damla ciğerlerine kadar içerliyor ve ardından uyanıveriyorsun, üzerinde hatalarının ıslaklığı...
—Ne olduğunu bilmiyorsun gördüğün şeyin...
Rüya, kâbus, karabasan... Adlandırabildiklerin bu kadar... Sınırlısın yani yine.
Peki, hava aydınlanmış, güneşli, ılık... Hala içini boğan ne? Kalbini sıkan ne? Neden nefes alamıyorsun hala?
Vicdanın mı düşmeyen yakandan?
—Vicdandı zaten çeken tetiği...
Ben mi dedim sanarsın "öldürme" diye. Bacağımdaki kurşun AIDS gibi bir şey çıktı. Şimdi vücudumu bırak, ruhumun her milimetre karesinde raks eder oldu.
Doğudan doğmayan bir güneşin kime yararı olabilir, baykuşlara mı?
Sınırlıyım ya... Sorunda bu zaten. Bu sınırları ben koydum. Bugün gördüğümse, benim gördüğüm kimse yapmadı bunları...
Güneşi tahrik edip günaha çeken benim
—Asıl raks eden günahtır vücudunda… Tüm hücrelerinde dolaşan, kaynaşan şeytancıklar. Zaten vardılar. Ama şöyle bir gerçek var, çikolata da mutluluk hormonlarının daha fazla salgılanmasına sebeptir.
—Yok. Hayır, olmamalı. Son gördüğüm şeytan öldü gözlerimin içine bakarak... Onlardan bir tane daha barındıramam... Sadece etrafta onların ***leri var o kadar.. Başka yok. Olmamalı!
...
(Sen olgun sevenlerdensin... Öyle bir seversin ki, her şey yerli yerindedir. Bir fidanın ağaç olması gibi...
Yavaş yavaş...
İnce ince...
Sonunda öyle sağlam bir sevgi yaratırsın ki kendine, dünyayı kaplar. O kadar gerçektir ki, başka türlüsü yakışmaz üstüne...
Şeytanları ve kendini ayır vücudundan...
Bak geriye "kim" kalacak.)
Anahtarı sağa doğru ağır ağır çevirerek kilidimi aç!
Buhar oldum, uçtum.
İnsanı eline bile bakmaz bazen telaş içindeyken.
Ondandır belki sessiz kalan surların bir kapıdan içeri girme çabası...
Kiralık Hayatlar
Bakma…
Bana bakma o gözlerinle…
Yapma!
Atlarım kirpiklerinden, korkuyorum.
Yine cinayet süsü alacaksın bana, biliyorum.
Susmalara gömüleceğim.
Parmağınla dudaklarıma dokunup,
mühürleyeceksin beni…
Cesaretimi ağır ödeyeceğim.
Esaretim sende kalacak.
İçinin odalarından beni cağırırken,
‘Çoktan döndüm’ diyeceksin bana.
Öldüm. Milyon kere bittim ben sende
Sineye cektin beni.
İçime çektim seni, kaçamak…
Kendi katilim oldum, her seni çaldığımda.
Görme…
Beni görme gönül gözünden…
Anlatma!
UMUT
ıssız,
sessiz,
rutubetli o gecede,
mumlarını yaktıktan ve çalan her şarkının sözlerini "bana" yorumladıktan,
hayattan bıkkınlığını kelimelere döktüğün o an,
etrafa dikkatlice baktığında yaptığın;
yanlışları,
doğruları,
cevabını bulamadığın milyon soruyu düşündükten sonra,
camdan çiselen yağmuru izlerken,
gözlerin bu karanlığın gizemliliğinde kaybolduğunda,
aslında hala nefes almanın bir nedeni olduğunu anlayacaksın
..Hüzünbaz Sevişmeler..
(Sana söylemeliyim. Haksızlık bu. Ama öyle incesin ki ya kırılırsan, bu dikensiz akşamüstü?.. Bileklerim incinir, yüreğim burkulur inan... Sana bitti demek, üzgünüm söylemek, kal gitme, ben giderim, ben ölürüm, hasretler eritirim omuriliğimde... Ayrılalım... Dur, düşürme gözlerini katışıksız hüznüme. Hayır, ağlama n’olursun... Gemilerin çürür batak sularımda, intiharlara jilet olur. Acım sırrına erdirmez. N’olursun ağlama. Biliyorum hazır değildin, beklemiyordun ama o güzel gözlerini yalanlamak...
-Ama... ben... seviyorum... neden?
Ağlama n’olur...
Gözyaşın hüzün büyüktür, damlar yüreğime geceleri... Kapa parantez)
..
Öpüşerek gidilir gizlerin kol kola gülümsediği yere. Öpüşüyorlardı. Dudaklarından beyne transit taşımacı sinirlerin cümbüşü duyuluyordu kulaklarında... İri öpbenili dudaklar... Öpüşüyorlardı... Hiç tanınmayan toprakları eşeler gibi... Sular göbekten damlatır bir geceye.
Saatler geçiyordu, daha öncekiler gibi. Biri öncekinden yanlış, biri berikinden yalnız. Akrep yelkovana alışık. Alışılmışlık işte: Bir vazoyu her zaman aynı yerde görmenin, görmek istemenin aşağılığı...
-Biz alışamayacağız, değil mi?
Zamanlar zamanların peşi sıra, belki’li, acaba’lı, herhalde’li bir alışılmışlığı yürütüyorlardı. Dudaklarda öfkenin, sevincin, birini, birşeyi bulmuşluğun izleri... Ve kaybetmek korkusu.
(Sarıl bana. Son bir kez belki ama n’olursun sarıl... Öpüşelim yine... Binlerce kez hükümran olduğum o dolgunluklar, neden ırak şimdi, sevincimin dalga dövmüş kıyılarına? Neden daha öpbenili bu ölüm dudaklar?.. Neden iç kıran heyecanlar, yangınlar üretiyor bin akşam dayandığım duvarlar?.. Öpüşelim.
-Peki, dedi Kadın... Son ve tek...
Öpüştüler, öpüşmek denirse. Üşmek değildi, üşümek yoktu. Sadece öpmeye telaşlıydı Adam.
Öpüştüler, öpüşmek denirse. Üşmek değildi, üşümek yoktu. Sadece öpmeye telaşlıydı Adam.
-S.e.vişelim, dedi Adam. Son ve tek.
-Hayır, yapamam
Hayırlar, yapamamlar uzaktı. Olmazlar öykü...
-Başkasını seviyorum, dedi Kadın. O’na karşı...
Yani... Öyle işte...
O? Demek o, onlar var artık? Ama benim, Bilmiştim, sıcak şiirimsel bel kıvrımını. Nasıl olur da nasıl olur sorusunu sorar olurum? Demek şimdi o tüttürüyor şiirimizi? Biz yazmadık mı? Düşümüzden tırnağımızdan arttırmadık mı?
..
(Gitme, Dur... Yalnızım... Ünlem işaretleri büyüyor içimin yanık aydınlığında. Gitme... En a.p.t.al şarkılardaki yalnızlık bu.... Gidişin... Akşamdan akşama demlediğimiz sevda... Birbirinizi seviyorsunuz, bunu anlıyorum. Hayır anlamıyorum. Biri birine gel beraber biri olalım demiş, biri yalnızmış biri gibi, birbirleriyle bir olamayacaklarında birleşince fikirleri biri birine, O’nunla birlikteyiz, birbirimizi seviyoruz demiş.)
Gittin... Arkana bakmadan... Benim, arkana bakıp bakmayacağını düşündüğümü düşünerek. Beni bırakıp kimsesizliğin ülser gecesine, gittin...
Çoğunu anlatamadım seni sevmelerimin. Tarihlerden di’li geçmiş zamandı.
Geniş zamanlara sarkıyor şimdi yalnızlığımız.
Adam başka, Kadın karşılarda. Saatler zamanın herhangi bir yerinde sancı içinde.
Yalnızlığın geniş zamanında Adam, Kadın ve saatler...
Senin dudakların acıdan kalın. Yalnızız ama değiliz. Seni unutmadım. Sen benim her bilinmeze yazdığım şiir ya da en sevdiğim okuduklarımdan. Okumayı biliyoruz. Birbirimizden öğrendik. Kolumu boynuna dayayıp uzandığım geceler vardı. Kim yapabilir ki? Kim bilebilir ki? Yastığıma ağladım seni. Yastığım tanık. Senin dudakların ömrümün en güzel yastığı. Unutma beni. Gözyaşım, avcunun teri...
Seni özledim. Biliyorum, yasak bana gözlerini anlamak... Uyruğum bana yasak... Altyazılı kızgınlığım, ağlamaklığım.
Unutmadım seni. Aklımın vatandaşı!
GÖZÜME TAKILANLAR
*Bu yalnızlık bana büyük geliyor. Çok. İç kavgalardan arınıp, büyük kavgaya soyunmak istiyorum artık. Sana söylüyorum... Beni dinlemiyor musun?.. Heey... Nerdesin?.. Nereye kayboldun? Bir dakka... Dön geri... Ne yandasın?
Bir düş düştü elimden. Undan ufak oldu. Onlar el koydu bütün kerevetlere, ben ve ağaç, yaprak konuştuk, dal sustuk. Yazık.
*Beni beklemediğin belli. Ama benim beklediğin kişi olmadığım nerden belli? Belki benim O.
*Hüznün şiire en yaklaştığı ve ölümün en yüreklice selamladığı zamandı. Bir alkol spazmı kokluyordu, martılar. Her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir.
Utanmasaydı...
*Bizzat ben, bendeniz saçımı başımı[saçımı sakalımı] rulo yapmış sessizliğimle anlam beklediğim, mantık pususuna yattığım günleri hangi anlamsızlık bana unutturabilir.
*Deniz sabahı günaydınlamak için uyanmayı akıl ettiğinde grimavi önlüğü giymeyi hak kazanmış oluyordu, İyi sabahlar gözüm... İyi yaşamaklar!..
*Gözbebeklerine karşı yalan söylenir mi?
*Öyle bir zamanın konuğuyuz ki, mutlu değilse de umutlu olmaya mecbur yaşamak.
*Tükürüğümüz bile yetmiyor artık yaralarımızı iyileştirmeye, İyileşmiyor artık yaralarımız. Yani yaralarımız, daha iyi yaralar haline gelmiyor artık... Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri... Ve hüznüm, bir kamu morgunda işe başladı.
*Öyle bir karşılaşmaydı ki, hiçbir görmezden gelme direnemezdi. Bahanesi yoktu konuşmamanın.Çok birdenbire, gözlerim gözlerine yazma, sözlerim sözlerine susmak, dilim diline ıslaklık bir an yaşandı. Özlemiştik deyip geçiştirmek mümkün satırı. Ama o kadar basit değildi. Hiç birşeyi anlatan bir sözcük yoktur ya, işte ondandı.
-Demek sensin.
-Evet benim. Ya sen hala başkası mısın? Diyerek merdivenlere yöneldi. Sanki hiç konuşmamışçasına. Evet sevgimin güzel emanetçisi, ben hala başkasıyım... Rehin aldılar beni. Fidyesi astarından pahalı dostluğum
sürüyor başkalarıyla.
*Gün ağarınca, demiştin, sen başka yere, ben başka yere... Belki de bu sözü söylemeseydin, sabahın gelişinin ayrılık olacağını hatırlatmasaydın ve çakmasaydın gözlerini gözlerime... Kendimden utanmıştım çünkü o an, seni bir daha görememe ihtimali her şeyden daha önemliydi... Önce saçlarına dokundum... Ve kanımdan daha sıcaktı gözlerinden akıttığın yaşlar... Bin yıllık hasretle sarıldım sana... Öylesine sıcak, öylesine korkutucu... Sımsıkı sarılmışken... Ne bitmez bir sarılmaydı... Öyle durduk, zaman, duruşumuzdan sıkılana, kollarımız yüreğimiz yorulana kadar... Hiç konuşmadan nefes almadan... Yalnızca yutkunduk... Öyle gürültülü bir yutkunmaydı ki, avaz avaz bağırdık sanki, öce ben, önce sen... Ve alnım alnına dayalı öylece kaldık. Kaç yıl? Kaç saniye? Kaldırdım başını... Korkma, onlara öpüşmeyi bilmediğini söylemicem.
Bak yine yağmur... Bu ağacın altında çay içmiştik geçen hafta... Sen yoktun... Kaldır başını, ciğerim! Gözlerini bağlamak istiyor arkadaşlar! Benimkini de bağlayın sizi böyle görmek istemem. Kaldır başını ciğerim, kaldır başını. Biz utanılacak bir şey yapmadık. Halkımız için savaştık, birbirimiz için ölüyoruz, hepsi bu... Kaldır başını, sevgilim arkadaşlar ateş etmek istiyor!