Kitabın sonuna yaklaşıyorum. Kitabı bitirmekten çekiniyorum. O benim çünkü.
Kendi kendimi rehabilite etmeye çalışıyorum. Evden çıkmamaya çalışıyorum.
Çıkarsam eğer, ayaklarım beni olasılıklara götürecek.
Onun olma olasılığı olan yerlere.. Beraber gezdiğimiz, öpüştüğümüz yerlere.. Kavga ettiğimiz yerlere.. Ve barıştığımız..
Bu kadar zayıf olmaktan nefret ediyorum. Bir taraftan da bunlar benim saf duygularım diye geriniyorum. Çünkü ben dürüstüm.
Kitabın sonunda Hikmet kendini yakacak biliyorum. Konuşması, hareketleri değişti. Kaldıramıyor artık. Kandıramıyor kimseyi. Hikmetin hikayesi devam etsin istiyorum. Hikayem bitmesin istiyorum.
O kadar hırçın ki.. Onu kimse durduramaz. Hiç birşey yapamam biliyorum. Ağlıyorum sadece.
Tahminler yürütüyorum. Öyle olsa bırak yakamı kadın derdi. Demedi.
Mutlu olduğum hallerimi özledim.
Piknik yapmaya gitmek istiyorum sahile. Dergimi, gazetemi, bir tane hikayemizi yazan kitabı, bir tane etrafın ve kendimin, kendimi mutlu sanmak için okuyacağım kitabı, yeşil elmaları, belki sandiviçimi, örtümü, bir adet yastığı, yeni aldığım hırkayı, iskambil kağıtlarımı, lazım olur ilham gelir diye kalem ve kağıt.. Yeşil çayımı, suyumu da bakkaldan alırım artık.
Bunları yapıp oraya gitsem.. Ya onu görürsem.. Göremeyeceğim bir yere otururum. Göremezsem, dönüşte kadere bir şans veririm. Herkesin oturduğu yoldan geçerim.
Onunla karşı karşıya gelmek hatta çarpışmak istiyorum. Pardon desin. Sonra benim olduğumu anlayınca Neyse desin, uzaklaşsın. Ben sadece kalbimi tutayım ve gideyim.
Bıçakladım ben onu. Hem de kalbinden.
O da beni bıçakladı. Ama aklımdan. Çünkü sanıyor ki, "En değerli hazinemiz aklımızdır."
O kadar korkuyorum ki bana birşey yapacak diye. Bu kadar korktuğum bir adamı sevebilir miyim? Bunlar gerçek mi?