23 Ekim 2008 Perşembe

dinlemeyeceğim artık konuşmayacağım, anlatmayacağım da ama durmayacağım





evet hepinizden cok ben yaralıyım bu dünyada
hepinizden cok ben acıcekiyorum
hepinizden cok yaşadım ben evet
çok biliyorum
hepinizden cok ben öfkeliyim bu yaşananlara
en çok en aldatıldım -en cok beni aldattılar
en çok beni terkettiler,
onlar beni terk etmesin diye
her terkettiğimde..
çünkü en çok ben mutlu oldum bir kelebeği gördüğümde
çünkü ben hep çok aşık oldum
çok eskiden
ve herşeyi ben bitirdim
şimdi avuç içi kadar şefkate dayanamaz yüreğim
gerçekten herkes ayağa kalkıyor peki ben niye
çünkü artık hiç kimsenin duyguları samimi gelmiyor bana
mutsuzlukları o kdr da ciddi değildir diyorum hep
çünkü kendimi ve hayatımdaki insanları o kdr mutsuz ettim ki
bunlara sebep olduğum için
asıl samimiyetsiz benim artık
ve ben samimi değilsem
kimse de değil bu yeryüzünde


her kendimi korumak istediğimde
kolu bacağı eksik ayrılıyorum savaş alanından
ben hep eksik seviyorum artık
bu ben hep tamamlanmaya çalışıyor,
hep bir uğraş içinde
aynaya bakıyorum hep unuttuğum yüzümü hatırlamak için
dona kalıyoruz sonra
gözlerinin içine bakıyorum ve ağlıyor
sonra duruyor
dolu dolu gözleri
akmıyor ki
ve gülmeye başlıyor
gülüşünde iğrenç bir çaresizlik var diyor tyler



22 Ekim 2008 Çarşamba

yerüm. .


mandalina balığı ooo

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Fight Club'tan inciler. .

Farklı bir yerde ve farklı bir zamanda uyanmış olsaydım, farklı bir insan olarak mı uyanırdım?



Bilmeniz gereken şey şu; Marla hala hayatta. Bana söylediğine göre Marla’nın hayat felsefesi, her an ölebilecek olması. Hayatının trajedisi ise ölmüyor olması.




Burası çok sessiz, uzaya gönderilen deney maymunlarından biriymişsin hissi veriyor. Yapmak için eğitilmiş olduğun küçük görevi yapıyorsun.


Boğucu karanlıkta, birinin içine kapanmışken ve becerebileceğin her şeyin sonunda bir çöpe dönüşeceğini görürken ağlamak kolaydır.



“Bu bizim dünyamız artık, bizim” diyor Tyler, “ ve tüm bu eski insanlar öldü.”


Sevdiğin herkesin seni reddedeceğini veya öleceğini fark ettiğinde ağlamak kolaydır. Yeterince uzun olan bir zaman diliminde, insanların kurtulma şansı sıfıra düşecektir.


Bu, insomniada da böyledir. Herşey çok uzaktadır, kopyanın, kopyasının kopyası. Herşeyin uykusuzluk mesafesinde, hiçbirşeye dokunamazsın ve hiçbirşey sana dokunamaz


Bu özgürlüktü. Tüm umudunu kaybetmek özgürlüktü.



.
Her gece ölüyordum ve her sabah tekrar doğuyordum.
Diriliyordum.





Ta ki bu geceye kadar; başarı ile geçen iki yıldan sonra bu gece, bu kadın beni izlerken ağlayamam. Çünkü dibe vuramıyorum, korunmuş hissedemiyorum. Ağzımın içini o kadar çok ısırıyordum ki, dilim kendini kumaş görünümü verilmiş duvar kağıdı zannediyordu. Dört gündür uyuyamıyordum.




Marla’nın yalanı benim yalanımı yansıtıyor, ve bütün görebildiğim şey yalanlar. Onların tüm gerçekliğinin ortasında. Herkes en büyük korkusunu paylaşmak için çaba sarfedip, risk alırken, ve ölümleri hızla yaklaşıyorken ve bir silahın namlusu boğazlarına dayanmışken. Evet, Marla sigara içiyor ve etrafa göz atıyor, ve ben ağlayan bir kilimin altına gömülmüşüm ve aniden sanki önemsiz bir olaymışcasına, ölüm ve ölmek videodaki plastik çiçeklerle aynı önemi taşımaya başlıyordu benim için.






Marla, seni büyük sahtekar, çık dışarı diyecektim.
Bu, hayatımdaki tek gerçek şey ve sen onu berbat ediyorsun.
Sen, büyük turist.




Eğer iş seyahatinde ölürsen, hayat sigortası üç misli para öder





Şirketim tarafından üretilen bir araba Chicago’dan ayrılıp, saatte 60 mille batıya giderken, yan difransiyel kilitlenip, araba kaza yaparsa, ve içeride sıkışan herkes yanarsa, şirketim geri alım yapar mı?
Alandaki araçların sayısı alınır (A), olası hata oranı ile çarpılır (B), çıkan sonuç, mahkeme dışı bir anlaşma sağlanması için gereken ortalama giderle çarpılır (C).
A çarpı B çarpı C eşittir X. Geri alım yapmazsak, X bu işin bize kaça patlayacağıdır.
Eğer X geri alım maliyetinden yüksekse, arabaları geri alırız, kimse de yaralanmaz.
Eğer X geri alım maliyetinden düşükse, geri alım yapmayız.






Umarım bağlantıyı koparmazsın.
Aa evet ben de umarım.
Ve işte bu hayatının tekrardan ne kadar uzadığıdır. Ve hayat devam eder.



“Saatin kaç olduğunu biliyor musun?” diye seslendi Tyler.
Her zaman saat takardım.
“Saatin kaç olduğunu biliyor musun?”
Nerede , diye sordum.
“Tam burada” dedi Tyler, “şu anda.”
Öğleden sonra 4:06’ydı.
Farklı bir yerde ve farklı bir zamanda uyanmış olsaydım, farklı bir insan olarak mı uyanırdım?





Dev gölge el bir dakikalığına mükemmeldi ve o bir dakika boyunca Tyler kendi yarattığı mükemmelliğin ayasında oturmuştu.





Bazen uyanırsın ve nerede olduğunu sorman gerekir
Uyanırsın, hiçbir yerdesindir.
Uyanırsın, ve bu yeterlidir.




Marla’nın testis kanseri yok. Marla’nın tüberkülozu yok. O ölmüyor. Tamam, o saçma sapan felsefeye göre, hepimiz öleceğiz, ama Marla Chloe’nin öldüğü anlamda ölmüyor.




Kendini bu kadar mükemmel hissedebileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Kendini canlı hissediyor. Derisi temizleniyor. Tüm hayatı boyunca hiç ölü bir insan görmemişti. Hiç gerçek anlamda hayati duyguları yoktu, çünkü onun buna ters düşecek herhangi bir şeyi olmamıştı. Ama şimdi ölenler ve ölüm vardı, kayıp ve kızgınlık vardı. Ağlama ve titreme, terör ve pişmanlık. Artık hepimizin nereye gittiğini biliyordu, ve hayatının her bir dakikasını hissediyordu.




Mobilya alırsın. Ve kendine aldığın bu kanepenin ihtiyacın olan son mobilya olduğunu söylersin. Kanepeyi aldıktan sonra, ne olursa olsun kanepe problemini çözdüğün için birkaç yıl için tatmin olmuşsundur. Sonra uygun bir yemek takımı. Sonra en mükemmel yatak. Perdeler. Halılar.
Sonra güzel yuvana kısılır kalırsın, sahip olduğun şeyler, sana sahip olmaya başlar.




Bir daha asla tam olmayayım.
Bir daha asla hoşnut olmayayım.
Bir daha asla mükemmel olmayayım.
Tam ve mükemmel olmaktan koru beni Tyler.





Birkaç yara almadan ölmek istemediğimi ve artık pırıl pırıl bir vücuda sahip olmanın önemi olmadığını söylüyorum.




Dövüş kulübünün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.
Dövüş kulübünün ikinci kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.
Dövüş kulübünün üçüncü kuralı, biri dur dediğinde veya bayıldığında, bayılmış numarası yapıyor olsa bile, dövüşün bitmesidir.
Bir dövüşte sadece iki kişi olur. Bir seferde sadece tek dövüş yapılır.
Dövüşe girerken tişört ve ayakkabılar çıkarılır.
Dövüş sürmesi gerektiği kadar sürer.

“Ve yedinci kural” diye bağırıyor Tyler, “bu sizin dövüş kulübündeki ilk gecenizse, dövüşmek zorundasınız.”




Mona Lisa bile dökülüyor.





Kendini geliştirmek belki de çözüm değildir.
Belki çözüm kendini yok etmektir.



O zamanlar hayatım tastamam görünüyordu, ve belki de içimizden daha iyisini çıkarabilmek için her şeyi kırmak gerekiyordu.







Orada öylece durduk, Tyler boğazının kenarını ovuştururken, ben de göğsümü tutuyordum ve daha önce hiç gitmediğimiz bir yere gittiğimizi biliyorduk, dahası çizgi filmlerdeki kedi ve fare gibi hala hayattaydık, ve bunu nereye kadar ilerletip, hala hayatta kalabileceğimizi merak ediyorduk.




Marla polise 8G’de yaşayan kızın bir zamanlar tatlı, çekici bir kız olduğunu ama artık bir canavara dönüştüğünü söylüyor. Kız bulaşıcı bir insan artığı ve kafası karışmış, yanlış şeyi yapmaya cesareti yok, o yüzden intihar falan etmiş olamaz.
“8G’deki kızın kendine inancı yok,” diye bağırıyor Marla, “ve yaşlandıkça, seçeneklerinin azalacağından korkuyor.”




Kafama bir silah dayayın ve duvarları beynimle boyayın.
Harika diyorum. Gerçekten harika.



Şişmiş gözlerim, pantolonumdaki siyah, kurumuş kan lekeleri ile ben, iş yerindeki herkese MERHABA diyorum. MERHABA! Bana bakın. MERHABA. Fazlasıyla ZEN’im. Bu KAN. Bu HİÇBİR ŞEY’dir. Merhaba. Hiçbir şeyin anlamı yok ve AYDINLANMIŞ olmak çok kıyak. Benim gibi.





Patronum pantolonumdaki kanın benim kanım olup olmadığını sordu.
-Kan benim mi?
Evet, diyorum. En azından bir kısmı.






Tyler’la Marla’nın aynı insan olduğundan şüphelenmeye başlıyorum.




Marla sigarasının ucundaki vişne görünümlü yaraya “Kendi içimdeki hastalıklı ve iltihaplı pisliği kucaklıyorum” diyor. Sigarasını, kolunun yumuşak ve beyaz etinde döndürürken, “Yan cadı, yan.” diye bağırıyor.





“Birileri seni, hayatını kurtaracak kadar sevse bile, yine de kısırlaştırılmaktan kurtulamazsın.”



“Kıçına tüy takmış olman, seni tavuk yapmaz” diyor Tyler.
“Marla en azından dibe vurmak için çaba sarf ediyor” diyor.
Tyler, dibe vurmanın yakınından bile geçmediğimi söylüyor. Ve eğer sonuna kadar düşmezsem, kurtarılamazmışım.
“Ancak her şeyini kaybettikten sonra, gerçekten özgür olursun”




“Bu gece burada kalabilir miyim?” diyor.
Git, diyorum, sadece çık ve git. Tamam mı? Daha şimdiden hayatımın büyük bir bölümünü almadın mı zaten?




“Onunla asla benim hakkımda bir şey konuşma. Arkamdan benim hakkımda konuşma. Söz veriyor musun?” diyor Tyler.
Söz veriyorum.
“Eğer O’na benden bir kere bile benden bahsedersen, beni bir daha asla göremezsin. Söz veriyor musun?”
Söz veriyorum.
“Söz mü?”
Söz.
“Ve şimdi unutma ki, bana tamı tamına üç kez söz verdin.”





“Bu kimyasal bir yanık” diyordu Tyler, “ve şimdiye kadar hissettiğin tüm yanıklardan daha çok acıyacak.”
“Çünkü şu andan önce olmuş olan her şey bir hikayeden ibaret” diyordu Tyler, “bu andan sonra olacak olan her şey de hikaye olacak.”
Bu hayatımızın en önemli anı.

“Acıya dön” diyor Tyler.

“Eline bak” diyor Tyler.

“Buna son verme” diyor Tyler. “Sabun ve insanların kurban edilişi el ele.”

“Beni dinle” diyor Tyler. “Aç gözlerini.
“Eski tarihte, insanlar bir nehrin yukarısındaki tepede kurban edilirlerdi. Binlerce insan. Dinle beni. Kurban edilme işlemi yapılır ve kurban edilen cesetler bir odun yığınının üstünde yakılırdı.
“Ağlayabilirsin” diyor Tyler, “Lavaboya koşup, elini suyun altına sokabilirsin ama öncelikle aptal olduğunu ve öleceğini bilmelisin. Bana bak!
“Bir gün” diyor Tyler, “öleceksin, ve bunu belleyene kadar benim için beş para etmezsin!”.

“Ağlayabilirsin,” diyor Tyler “ama elinin üstüne düşecek her damla, elinde bir sigara yanığı yarası açacaktır.”

“Yanmayı nötralize etmek için, sirke kullanabilirsin,” diyor Tyler, “ama önce vazgeçmen gerekiyor.”
Yüzlerce insan kurban edilip, yakıldıktan sonra, diye devam ediyor Tyler, kurban taşından aşağıya nehre beyaz kalın bir sıvı akar.
Öncelikle dibe vurmalısın.

“Yağmur” diyor Tyler, “yıllar boyu yanan kurban taşını yıkar ve her yıl insanlar yakılır ve kurban taşından akan su, odunların küllerinin arasından sızarak, kül suyu solüsyonu oluşturur ve kül suyu, yanan kurbanların eriyen yağları ile karıştığında, kurban taşının altından, nehre doğru kalın ve beyaz sabun akardı.”

“Bu hayatının en önemli anı” diyor Tyler, “ve sen bunu kaçırıyorsun.”

Sabunun suya karıştığı yerde, diyor Tyler, insanların öldürülmesinden binlerce yıl sonra, insanlar elbiselerini o noktada yıkadıklarında, elbiselerinin daha temiz olduğunu keşfettiler.
“Tanrım” diyor Tyler.
“Bunun bir anlamı var,” diyor Tyler.
“Bu bir işaret,”

“Bütün o insanları kurban etmek doğruydu”

“Aç gözlerini” diyor Tyler ve yüzü yaşlardan dolayı parlıyor. “Tebrikler,” diyor Tyler. “Dibe vurmaya bir adım daha yaklaştın.”
“İlk sabunun kahramanlardan yapıldığını görmelisin” diyor Tyler.

“Onların ölümü, hissettiği acılar, kurban edilmeleri olmasa,” diyor Tyler, “elimizde hiçbir şey olmazdı.”

16 Ağustos 2008 Cumartesi

şimdiki zaman

Hayatımız boyunca kaç yol ayrımına geliriz?_
Gerçekten hayatımızı etkileyecek kaç seçim yaparız?_

14 Ağustos 2008 Perşembe

tanıdıgım hatta tanımadıgım tüm kadınlar sana aşık
sana aşık olmaktan vazgeciyorum
bitmez tükenmez yapıskan tutkumdan vazgeciyorum
sen zevk*ü sefanı sürerken avare
ben odamda yalnızım
ve dans ediyorum
yalnızım ve sakince sigaramı içiyorum
senin gizemli bilinmezliğinden!
uzaklaşıyorum
derin derin..
kanımdan uzaklaştırıyorum seni
ve canım acıyor
ve sen yoksun
görürsün sana aşık olmaktan vazgeciyorum
seni kaldırıyorum ebedi bedeninden
huzurundan kaldırıyorum seni
uyan
nolur uyan

17 Nisan 2008 Perşembe

tuzak adam

Tuzak adam, başım bela da seninle...
Hem de hep kör vakitlerde...
Zamanın donduğu vakitlerde, başım bela da hep seninle...

Yeryüzünde nefes alabilir miyiz?
Efsana miyiz, gerçek mi?
Öptüğüm kurbağa, mı prens mi?

Yoksa başka bi'şey mi?

Ah gözümden sakındığım,
Yeniden destan yazdığım,
Al bütün zamanlarımı, şefkatimi tüket.

Yanlız sıyrıl da gel borçlarından..
hesapların kalmasın geride..
aklın kalmasın.

4 Şubat 2008 Pazartesi

c.e.g.

çok dar çok dar çok dar!
beyinler çok dar!
adalet bu mülkün temeli değil. burada öyle şeyler yok. burası pis ve eşitsiz.
günah kokuyor.

benim kocam yok.
belki zengin belki fakir.
din ve paranın kimde olduğu belli değil. ama senin engelli oğlunla evlenmeyeceğim ve ondan yeşil gözlü bir oğlan doğurmayacağım.
kereviz de hiç sevmem. sizden bile iğrenç kokuyor.

cahil bir toplumun yapı taşları kum saatinin tozlarından yapılmıştır. ve bunu yapan mütahit şu an içerde 4yıldan yatıyor. sigara sağlığa zararlıdır. sadece bunu unutmamamız gerekiyor.

biz hippiler ise beton bahçemizden çıkacak olan dört yapraklı yoncamızı bekliyoruz. gani baba hepimizle dalga geçiyor.

9 Ocak 2008 Çarşamba

Pardon İronik Misiniz?

Aklımın kaygan kanatları
Uçtu bir serzenişin çığlıklarına
Bir ses geldi;
-Bitti mi?
-Ah, biter mi?
-Biter.
-Devam ama…
Bir çığlık daha;
-Geliyor!
-Gitmiyor.
(Ne de rahatsın kuzum. Düşman saldırıyor. Biz selam ediyoruz.)
-Geliyor ama gitmiyor.
(Kalpten, akıldan…)
-Unut. Bakmayalım.
(Sarılsam yanar kollarım)
-Peki kim?
(Ben benim.
Sen sadece sensin.)
-Kim?!
Yüzümün mevsimlerini sakındım senden
Aradan baktım göründün sandım
Gözlerinde kıvılcımlar
Dudağında masumiyet
Ruhun kayıp
Ruhun pis
İçinde riya
(Hayır git.
Daha dibe, en derine
Hayır dur!
Çık dışarı.
Don soğuğa!
Attım seni bittin.)
Tıpkı hayal ettiğim gibi…
Döndüm baktım.
Neden baktım ki sanki…
O çığlığı atmamış olsaydı, biri birini öldürüyor olmasaydı, o beden yerde, karnından yaralı kanlar içinde olmasaydı… Ve ben ölü gözlerinde gezindirmeseydim anlamları…
-Keşke bağırmasaydım.